31 Ekim 2010

bilmece...

uzun cümlelerle başlamıştık oysa hayata; güle oynaya.. gitgide kısaldı..
özne desen; delişmen zamanlarda..yüklem desen; özneye susmuş..
nokta virgülle takışık..herşey alaşağı...

30 Ekim 2010

ısınacağı bir gerçek arıyor bu düş...

"...kolay değil elbette
karşı koymak; 

yüzün küçülürken aynalarda
yaşama karşı,

bir avuç gelen yüreğinle..."

29 Ekim 2010

çocuksu...

Seni duyumsayacak bir kalbim,
Sana açabilecek ellerim var şükür ki ;
Rabbim, sen beni kalbimin dağınıklığından,
ellerimin unutkanlığından  koru...
(amin...)

27 Ekim 2010

alınganlıkla çekingenlik arası...

"..hayat, kendini adamak için sevilmeyi hak eden birini arama çabasından başka nedir? size bir sır vereyim; en büyük tutkusunu terk edebilen adamdır gerçek adam olan! tutkunuzu gözden geçirin ve bırakın bu işleri…"

***

"..aşağı, aşağı, aşağı!… daha ne kadar sürecek bu düşüş? yerin merkezine yaklaştım mı acaba? yeryüzünün diğer ucundan çıkana kadar sanırım düşmeye devam edeceğim..."

26 Ekim 2010

s.o.s.

Sessiz kaldım
Olmayacak duayı
Sakladım...


Suçluysam
O bilir ancak...
Sahi sen de kimdin?

Sorular cevaplar
Oyunda kural hep aynı
Sen derinlerdeki okyanus
ben o hikayedeki  suspus...

oyun içinde oyun...

...zaman/ı oyalamak...
...zaman/la oyalanmak...
...zaman/a oynamak...
...zaman/sız oynatmak...

25 Ekim 2010

dolaşım bozukluğu...

...aynı yerdeyiz, evet!...gönüller bir olmadıktan sonra var mı bir anlamı?...

düşündün mü?...

"Sen sağıma gelirsen
Ben nerede olurum?
Sana göre solda
Bana göre eski yerimde olurum...

Sen soluma gelirsen
Ben nerede olurum
Sana göre sağda
Bana göre eski yerimde olurum...

Sen nerede olursun?
Sen nerede olursun?..."

22 Ekim 2010

inşirah...

"...ve sen yine denendiğinde
ve yine kalbin daraldığında
ve yine bütün kapılar yüzüne kapandığında
ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde
uzun uzun düşün
ve hatırla yaradanını..."
...
  
"Allah kuluna kâfi değil mi?"(zümer/36)

sustuğu kadar güzeldir herkes...

"...a benim
oğul otu bitmeyen topraklarda
şaşırıp kalan kalbim
senin türkçen yok mu anlatıyorum işte
bir kuş kalbi misin ki ürkmek için bahane
arayıp duruyorsun..."

***
"...deli sizsiniz böyle bir çağda
akıllı kaldığınız için...
ben sizin
akla hayale sığmayan yanınızım
siz ki dünyayı üstünüze giyseniz
yine de açıkta kalırsınız..."

21 Ekim 2010

kuşatma...

"...bir istasyondan başlar yolculuk...bir başka istasyonda biter elbette...ve iki istasyon arasındaki eğer siz, yolculuk başladığı andaki sizden başka bir şey değilseniz,  beyhude yollara dökülmüşsünüz  demektir...dalların ağaçların gölgesi düşer kapınıza,  kırkıncı odayı ararsınız, bir eşikten öteye geçmeyi umarsınız...
...
bir mağaranın kapısında durursunuz sonra, gölgeniz orda duvara vurmaktadır...dokunursunuz kendi gövdenize kendi ellerinizle..hangisi sizsiniz, duvardaki mi yoksa dokunabildiğiniz mi?...bir türlü ayıramazsınız...ikisinin de siz olabileceğini hesaba katmazsınız..."

kestirmeden gideyim derken...

zamanın kıskacında
hava ayazmı ayaz
bense yazmakla meşgul
kendimden kaçarak biraz...

kim ıslattı bu harfleri?...

"...dünya işte harfleri zor seçiyor,
daha geniş bilgi için bakınız mezarlığa..."

20 Ekim 2010

kendini hatırlaman gerek...

hayat; gösteri ustası..
küçümsememek lazım gelir ustaları..
hele bir de görmezden gelirse "acım hükümsüzdür" ibaresini
seyreyleyin siz kıyıya yanaşan azgın dalgaları..
şimdi ölmek zamanı mı dersin;
yoksa sıkı sıkıya sarılıp hüzünlere, devam etmek mi bilinmeyen mutluluklara..

düşünme...düşersin...

"...o kadar çok şey var ki,
birer birer söylesem bile çok ağır kaçar
bir de her zaman hayatın o bildik mutlak gerçekleri vardır
o zaman birazcık anlamsız konuşmam gerek
sadece, sadece seslerle yetinmem gerek..."

uçarı umarsızlıklar...

"...bahar diye  aç  gözlerini,
bahar  diye !
ben  güz  gibi yaprak  dökerim,
sen son söz diye oku yine...
oku da... ağlayalım!.."

19 Ekim 2010

durakta beklerken...

"...kentin baskısı kaldı bize
ve ışıkları trafiğin ya da kazası

oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı

karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık

o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin.

sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık!..."

18 Ekim 2010

yağmursuz duygular(2)...

“...ben aslında ölmezdim yaşamak düşseydi bunca insandan payıma
çocukluğumun vebası bulaşmasaydı bir de...”

yağmursuz duygular...

"...ben...uçmayı öğrenemeden gökyüzüne fırlatılmış bir kuş..."

15 Ekim 2010

mavi kuş...

"Bu  hayat senin dedi bir gün bir bilge kişi. Sen de  nereden çıktı dedi adam,  ne  kadar da  ukala  görünüyorsun. Bu  hayat   senin   diye yineledi  bilge,   kendini  kandırma  boşuna,  baksana daha  mavi  kuşun  anlamını  bilmiyorsun.  Adam  bilgisayarının  sözlük  programına  girdi,  bu  onun hayatının  lügatıydı...Mavi kuş!...Mavi kuş...Hayret  böyle  bir  kelime  yoktu.
Sonra deniz kabuğu,  gözyaşı... Bunların  hiç  biri  lügatinde  yoktu...Olsun, dedi,  yine de bu hayat benim  değil!...Baksana   her  sabah  çayımı  içtiğim  fincan  aynı...Aynı yoldan gidiyorum  işime,  üstelik  altına  imza attğım  evrak  bile  aynı...
Aynı hayat...aynı  yüzler...aynı gözler...aynı kıskaçlar...aynı  kafesler...aynı alıntılar...aynı  emanetler...aynı maskeler...aynı  sürüler...aynı  aforizmalar...aynı  müzikler...aynı reddedişler...aynı kabullenişler...aynı  aşklar... aynı  ihanetler...aynı filmler...aynı şiirler...
Bıktım artık  alın  bu aldatmacayı  verin  benim  hayatımı..."

sis kalkar dağ görünür aniden...

"...sonra  yüreğimi  görebilirim...dünyaları  içine  alıp da  dünyalara  sığmayan  yüreğimi...
karun  sofrasıyla  doymayıp da  bir  buğday  tanesiyle  avunan  yüreğimi..."

14 Ekim 2010

manaya giyilen gömlek...

" Kelime büyülü şey. Ve büyü gibi ürkütücü. "Akşam" sözgelimi.
Tekrarlıyorum: Akşam!..Akşam!...Bildiğim, sadece kendi akşam'ım. Söyler misiniz benim akşam'ımla sizin akşam'ınız uyuyor mu  birbirine?..."Yağmur" ya da...Yağmur!..Yağmur!...Sizin yağmur'unuzla benim yağmur'um aynı mı?...Dahası benim yağmur'um yağmur mu; akşam'ım akşam mı?
Bunu kim belirleyecek..."

içimizdeki yangın...

" Kaç kez  inanmadığımız yazıların altına imza attık sözün inanılmaz cazibesi uğruna. Sözün cazibesi, söze hakim olmanın inanılmaz hazzı uğruna ruhumuzu mu satıyoruz yoksa?
...

Söz uğruna hayatı bir yalan gibi yaşadık. Ne kadar yalancıydık.  Kurduğumuz oyunlarda oysa her şey ne kadar da inandırıcıydı...
...

Aşktan bahsettik, aşkı tanımıyorduk. Öldük, ölmüyorduk.  Sadakatten sözettik, sadakati bilmiyorduk.  Sevdik, aslında sevmiyorduk. Aldık veriyorduk; verdik alıyorduk...Söz yerini buluyordu sadece, iyi düşüyordu, uygun...İçimiz bir hoş...Habire büyüyorduk...

Kaç kez yeri geldi diye cümleler sarfettik aritmetik sağlamlığı bol formüller  doğrultusunda.
Söz yerini bulsun da!...
Söylesek ölürdük...
İnanmadan söyledik, yine öldük..."

13 Ekim 2010

adı yok...

" Tiryakilikle hastalık arasındaki farkın adını koymak lazım...
Biri sevmektir çünkü..
Diğeri teslim olmak...
Alışkanlık ikisinin arasında gezer, tiryakiliğin yanında başı diktir...
Diğerinin yanında zelil...
Biri,  serin sonbahar sabahlarını kapıda karşılamaktır...
Diğeri yatağa esir olmak...

Tiryakilik demli bir çayı bahane edip dost aramaktır...
Diğeri çaya kabahat bulmak...
Tiryakilik mektup yazmaktır dağlara taşlara...
Selam yollamaktır geceye gündüze...
Hastalık mektup getirmeyen postacıyı dövmek...
Biri sonbahar yapraklarını teselli etmektir yere düştükçe..
Diğeri toplayıp yakmak..."

bir yokmuş, iki yokmuş, üç yokmuş...

" Mutlu olmak istemdışı bir durumdur; üzerine fazlaca düşmek ona ulaşmayı daha da  zorlaştırır...Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorarsanız, mutluluğunuz sona erer..."

12 Ekim 2010

deli esecek bir gün rüzgar...

" İçimde derin bir boşluk...
Neyi arıyorum?
Kendimi...
Sadece kendimi aramıyorum aslında ...
İnsanları da arıyorum.  Gerçeklerden kaçmayan insanları...
Gerçeğin nutkunu çekip, gerçeği yaşamayanlardan bıktım artık..."

yazdan kalma...

Kalbin  dayanır mı bunca
yağmura,
sel olmuşken göğünde
sevdalar...

boyacı aranıyor...

Öyle bir boyasın ki  dünyayı; kaybolsun izleri yanıkların, hıçkırıkların, haksızlıkların,  tarihi geçmiş yalnızlıkların, sıfır bedene inme telaşındaki mutlulukların,  güneşte  ihtiyarlamış  suskunlukların...

11 Ekim 2010

geçici olarak servis dışı...

"Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz !
Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz.!
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz !
 

Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik! 

Hayata yıllar ekledik, yillara hayat katamadık !
Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz !
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik!
Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık !
Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..!
Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz !
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla!
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı !
Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi!..."


Herşey kolay ama yaşamak çok zor...çok...

10 Ekim 2010

herkes gider..

"Kimsenin olmayan bir yoldan geçerken
Kimsenin olmayan bir resmini gördüm hayatın..."

09 Ekim 2010

ah bu suratsız günler...

"Canımı yakıyor dünyanın güzelliği...
yetmiyor ömür o büyük şiire
Rabbim, ne olursun
sözümü kesme..."

birdenbire...

Geçiyor mevsimler şakayla karışık. Gelen her gün  parçalı bulutlu..Hüzünler ayaklandı; sevinçten naralar atıyor..Giden  her günün ardından  ezberler dağ gibi...Saltanatlar yıkılmak üzere...Sözler kayıp...

08 Ekim 2010

zaman kekemeydi oysa...

"... ve her zaman böyle olur
rüzgâr toz bulutları bırakır giderken..."

sürgün izler...

"Hayat bizi büyüttüğü gibi budayabilir de
yaramız toprağın içinde
düşünelim biraz
bu ışık bize az
arsız kargalar paylaşıyorlar..."

07 Ekim 2010

kurşunlarla dans...

"Yerimi bilmem!
bilmem

ne taraftayım...
Sesimi duymam!
duymam
ne zamandır araftayım..."

suspus gönüllüler...

Eylül hüznüne daha alışamamışken, ardı sıra gelen "Ekim" rüzgarları da pek bir can alıcı esiyor;  esrikleştiriyor insanı...üşütüyor! Bir farklılık çöküyor üzerimize.  Abıhayat suyuna susamışlığın verdiği bir rehavet.  Kekremsi tatlar bulaşıyor her y/anımıza...

Eylül ertesi..Kasım arefesi...
Baharla karışık hüzün denemesi...

Bir yanda yeni başlangıçlara yelken açmanın arefesi, diğer yanda hasret türkülerinin yakıldığı "an"lar.
Kıyıya vurmuş umutlar...hüzünlerin dayanılmaz serinliği...sükutun en katıksız en derin hali...Ben diyeyim "Eylül", sen de "Ekim!"...Aynı makamın ezgileri...aynı terennüm...

adın ne senin?

Bir  şiir gibidir sonbahar; okurken  soğuk rüzgarlar estiren...
Solmuş  bir yalnızlık gibidir;  bir mumun alevinde eriyen....

06 Ekim 2010

yalnız gezerin düşleri...

"Elde ettiği güç ile insanlığın üzerine çıkan biri,  insanlığa özgü zayıflıkların üzerinde olmalıdır,  yoksa bu güç fazlalığı onu diğer insanların, hatta bu güce sahip olmadan önceki kendisinin bile altına indirir...
Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım.  Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır... "

05 Ekim 2010

salkım saçak...

"Benimki ne biçim hayat,  uymuyor ne gördüklerime ne duyduklarıma ne okuduklarıma
Ben ne biçim benim, ne kendime benziyorum ne başkalarına..."

davullar çalıyor...

"Kimin var ki senin,  sana öldüğünü söylesin..."

uzaktan söyle...

Yine uyandım...Yine sabah...Yine gözükara...Tüm  güçlerini giyinip kuşanmış...Çelik yelekli...

saat kaç oldu sahi?

"Geceyi siyaha boyayan hüznüm olmalı. Tanıdık bir yalnızlıkla başbaşa değilim bu gece. Birşeyler yapmam lazım. Düşüncelerimin her kelimesi yorgun hüzün. Sığmıyor artık içime bu çığlık. Artık birşeyler yapmam lazım..."

kelepçe...

Vurulduğu anda başlar hapsolmaya günler geceler..Bir ömür sayacında bin rakamlı hayal..Kelepçelenmiş zaman...Zaman ki ah bir buse  beklerken...

uyuyorum...

"Sen arada bir aptal görünüyorsun neden?
aklıma güvenimden...
Sen boyuna akıllı görünmeye çalışıyorsun neden?
aptallığımdan..."

04 Ekim 2010

acemi...

"Artık çocuk değiliz,  susarak da konuşabiliriz..."

yaşamaya inandırmalı...

"Değer mi bunca yalnızlık; gittikçe daha yalnız olmak için?..."

yaşamak dahil...

"Kimsenin anlamayacağı bir dilde konuşmak,  yazmak,  hatta ağlamak isterdim..."

uğultu...

"Hepimizin içinde kronik bir muhalif yaşar..."

hesap...

"Çıkar!...Çıkar da neymiş?  İnsanın çıkarlarının nerede olduğunu kesinlikle söylemenin olanağı var mı ki? Öyle durumlar olur ki insan kendisi için iyilik değil, kötülük isteyebilir..."

çünkü...

"Çünkü aklım acıyor. Çünkü sevdiğime dokundukça bölünüyorum. Çünkü isyanım bir komplo..Çünkü tren devrildi, ölü çok. Çünkü ağrı bütün vücuda yayılıyor. Çünkü vurulduk. Çünkü kolaj zehri çoğulluyor. Çünkü birbirimizi işitmiyoruz. Çünkü birbirimizi istemiyoruz. Çünkü suçu üstümüze aldık. Çünkü sanki teslim olduk. Çünkü kolay ölmeyeceğiz.  Çünkü..."

03 Ekim 2010

denizin ortasında...

Bugün sessizim...Sessizlik bozuyor tüm ezberleri...

geceye adımını atanlar karanlıkta yürümeyi göze alanlardır...

"Her insan elbet bir gün kaybetmek zorunda kalacak. Bazen öyle bir kaybetmeli ki insan, kazananlar zaferlerinden utanmalı. Ama yine de bu geceler seni sakinleştirmeyecek, sessiz çığlıklarını susturmayacak, yalnızlıktan kurtarmayacak, itirafların olmayacak, çırpınışlarını durdurmayacak, fark etmemeni sağlamayacak, göz yaşlarını kurutmayacak, güçlü yapmayacak, zafer hediye etmeyecek, hayallerini gerçekleştirmeyecek ve seni insandan fazlası yapmayacak...
ve unutmamalı ki; kendinden daha yukarda olmaya çalışan her insan, yüksekliklere ihtiyaç duyar..."