29 Aralık 2010

toprak giderir mi ki tutsaklığı ?...

havasız mı kaldı dünya,
kirletenler kim?
her gün mutlaka gece oluyor
güneşi kirleten kim?

 ****
yeni yıl  mı gelmiş?
banane!
ben eskileri severim
eskicileri bir de...
....
ben gelenlerin değil..
gidenlerin  yanındayım..
bir  suçluyu en çok kim korur?
diğer bir suçlu..
bir çocuğa en çok  kim güvenir?
diğer bir çocuk...
...
yeni yıl, gelme hiç!
gene böyle seveceksen
yıkacaksan ortalığı, yakacaksan 
hiç gelme!

yazacaksan temiz bir şeyler
beyazlat önce sayfalarını
kirli çamaşırlarını kapıda bırak...
ya  da gelme..

geleceksen de
usul usul gel 
uslu ol !
geceyi uyandırma....

******

bildiğin gibi değil !
bilidiğin gibi değil !

hayat,
yeni yıldan sana hayır yok
on üzerinden sıfır
git kendine çalış...
biraz da zayıflarını kurtar...

durma şahit yazarlar...

"...ilk girenin vurulacağı kapılar biliriz
şimdilik gündüz gözüyle seveceğiz
ağır ağır gideceğiz, aşk meskûn mekân
en iyi savunma ölümdür sevgilim
fakat yaşamak için hafifletici nedenler var..."
(f.çalışkan)

28 Aralık 2010

27 Aralık 2010

vefa(sız)...

..ah be vefa/sız!
sen de gittin ya!
bir yanım sende
bir yanım nerde
bilmiyorum...


sen de gittin ya vefa/sız!
yollar ıssız
mevsimler sessiz kaldı
sen gideli..

sen de gittin ya!
sözüm de bitti ardından..
şimdi bahara veda zamanı...

http://fizy.com/#s/1ah68i

25 Aralık 2010

(b)aşka (b)akış...

"...bakma sen             
bir gün başka döner dünya           
aşk kazanır             
insan kazanır
....
bakma            
betonları basar çiçek          
hayat kazanır..."
(h.geçkin)

23 Aralık 2010

ya kendimiz diye bir ülke hiç yoksa...

"...bu düşte yerçekimi yok!..."
"...yağmur, elini uzatıp bana gerçekten dokunan tek şey!..."
"...neyse ki gölgeler hiçbir adreste ikamet etmiyor...."
...

“… senin içinde olduğun anda bütün görüntüler kamaştırıyordu gözlerimi.  çünkü o kamaşmanın sona ermesinden anlıyordum gözlerden kaybolduğunu, şimdi camları  bu kadar kalın bir gözlük takıyorsam bunun sebebi biraz da sensin.  tamam, ırsî bir tarafı var ama olmasa da yine de arızalandı sana bakmaktan…”
 ....

  "...bence siz kendi kendinizle konuşmuyordunuz. siz kafanızın içindeki biriyle konuşuyordunuz. bu ikisi farklı şeyler. o kadar farklı ki; birincisine delilik, ikincisine yalnızlık diyor uzmanlar...."
(g.özcan/serçe parmağı)

22 Aralık 2010

yaz tahtaya...

düşmek...
düşlerin
en  yalın haline..
ve en anlamsız
düş ve büyü
düşmeden büyüyemezsin..

20 Aralık 2010

kayıtlı hüzünler...

"...her şeyi anlamak zorunda değiliz. kaç yaşında olduğunu anlamak için kesilir mi bir ağaç. bir dalgıç nasıl siler gözyaşlarını. kederli günlerde bağlanmaya daha açık oluyor insan. ama zaten her şey yolunda giderken kim sevebilir. bizi bir araya getiren sebepler ayıran sebeplerle aynı. ama şimdi bunlar biraz hüzünlü konular özet geçelim..."

 *****
"...insan bir yerde doğdu mu oralı olmuyor, o zamanlı oluyor daha çok.  memleketi o zaman oluyor.  doğduğumuz büyüdüğümüz şehirdeki bütün değişimleri hüzünle kaydetmemizin nedeni bu.  hüzünlenmek için illa somut bir yıkıma da gerek yok.  "eskiden bu okulun kapısı paslıydı ne güzeldi" diye üzüldüğüm de oldu.  konu doğduğumuz yerin mazisi olunca asla vazgeçemeyeceğimiz takıntılar var çünkü.   renkler var, sesler var, kokular var, binlerce ıvır zıvır var.  sonsuza kadar yitirilmiş anlar var.  insan zamanını durdurmak istediği yere aittir..."
(e.serbes)

19 Aralık 2010

güvercinleri sevindirin...

"...her sabah
uyandığımda,
gördüğüm düşü hayra yorarım
açmasına açarım da
göğsümün altın kafesini
korkarım
ya bu gece
güvercinler
yüreğimden başka bir ülkeye
göç etmişlerse...."
(b.aysan)

17 Aralık 2010

içimdeki sesler...

rabbim, sevgi verdin bize açlığımızı gidermek için;
sevgiyi aç bıraktık, açıkta bıraktık....
aşk verdin bize susuzluğumuzu gidermek için;
aşkı anlamsız yerlerde aradık.
aşkı nefsimizle suladık.
akıl verdin bize daha iyi görebilmek için;
aklımızı yitirdik, hayatımızı figüran g/özlere hapsettik..
kalp verdin bize daha iyi duyabilmek için;
açmazlara ittik kendi ellerimizle, benliğimizi yitirdik.
kalbimize ihanet ettik..
bunca nankörlük... bunca yüzsüzlük...
biliyorum, tutulacak  hiç bir tarafımız yok!
ama tutunacak bir tek SEN varsın rabbim!
sana geldim....

14 Aralık 2010

bilmeli...

"onun güzelliğini herkes görüyorsa;
o bence az güzeldir
herkes biliyorsa;
o bence hiç güzel değildir
onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam;
bu sevgidir
yalnız ben biliyorsam;
bu aşktır
hiç kimse görmüyorsa;
bu yalnızlıktır..."
(ö.asaf)

09 Aralık 2010

5n1k...

hayat canını sıkarsa, nefes al geçer...
***
neden her zaman kaçan kovalanır?
niye insanlar yalan söylerken gözlerini kaçırırlar(gerçi gözünün içine baka baka yalan söyleyenler de yok değil)?
zaman mı geçer insanın  bir nefeslik ömründen, insan mı zamanın içinden geçer  yoksa yorgun düşleriyle?
ve kediler neden dört ayak üstüne düşerler?
nerede bir kelime görsem boynu bükük, kucaklamak istiyorum, neden?
çünkü ben "yalnız"ları seviyorum, ya sen?
öznesi olmayan  cümleleri kim kapattı içime
kim?...
mütemadiyen kelimelerden ürküyorum...5n1k...

mutluluk...

"...rıza tohumunu kalbe ekip,
şükür suyu ile sularsan!
tattığın çoğu şeyin adı mutluluk olur..."
(gülce)

07 Aralık 2010

gamlı uçak...

"..varış nereye, ne zaman kaptan
boğulduk boşluklardan
ne gökyüzüm var ne yolcum
tarifesiz uçuşlardan..."

http://fizy.com/#s/1ajf3r

öyleyse..

...var bu işte bir yalnızlık;
koşsan düşersin.
yürüsen yetişemezsin.
beklesen kaybedersin...

06 Aralık 2010

nehirler taştı içimde...

içimden neler geçiyor bir bilsen...
bir yağmur tanesi olsam diyorum
bir kar tanesi olsam ya da
yağsam!
bir dağ başına
sislerin arasında kaybolsam..

***
rabbim, tutunamayanlardan oldum hep
tuttuğum dalı kırdım!
hep geç kalıyorum bir yerlere
sana geç kalmaktansa diyorum
kalayım
bir ömür boyu yangınlarda....

03 Aralık 2010

boş(lukta) sallanan gri düşler...

-boş musun, biraz dolaşalım diyecektim?
-olur, ölüler mahallesine ne dersin?

***
-boş musun, gökyüzüne kaçalım mı?
-evet boşum, bomboşum!
boşalttım içini hayallerimin çöpçüyü bekliyorum....

***
"...sözünde, özünde, hayatında olmayacak,  hemen doldururlar istemediğin şeylerle.  pazarlamacısı çook!.."
(suvari)

02 Aralık 2010

boşver, unut ya da...

-boş musun?
-boşluktayım!
-neyse, boş bulundum sordum.
-boşver! boşlukları dolduralım;
boşa almışken hayatı...

http://fizy.com/#s/1ajf3m

nasıl anlatmalı?

"...ne kadar görmezden gelmeye çalışsak da...
hayatı bütün bilgisi ve bilgeliğiyle kucaklayabilmek için...
bazen...
evet! buralardan "kaçmak" gerekiyor!
çocuksu oyunlar yerine bir "çocuk" gibi hayata baştan başlamak gerekiyor..."
(h.babaoğlu)

****
"çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan, çünkü sadece senin olan tek şeydir o!.. "

http://fizy.com/#s/1lscjy 

30 Kasım 2010

29 Kasım 2010

hayalle ufuk arasında bir yerde...

"...bitmeye mahkum bir şarkının ilk ezgisine takılmışsa ümitlerimiz, zamanın bizle görülecek hesabı var demektir..."

25 Kasım 2010

hiç...

"bu sabah aynaya baktım, kimseyi göremedim..."
 ***
üşüyorum...
evet, üşüyorum. hem de çok üşüyorum.  bahara aldanmış göçmen kuşlar gibi üşüyorum.  yaz ortasında dallarına ayaz vurmuş çiçekler gibi.  öksüz, yetim bırakılmış, sokak ortasına kalakalmış,  küçücük bir çocuğun  küçücük kalbi  kadar acımasızca üşüyorum...

üşümek dedim de, üşümek güzel şey.
yanmanın hazzını duyabilmek için, üşümeliyim elbet...

üşümeliyim; kendime, kendi ettiklerime...
üşümeliyim; yaptıklarıma, yapamadıklarıma..
üşümeliyim; zikirsizliğime, fikirsizliğime, şükürsüzlüğüme...
üşümeleyim;  günahlara düşmüş, nefsime tutsak olmuş kalbime...
üşümeliyim; kelepçelenmiş ruhuma, susturulmuş umutlarıma,
umduklarıma, uy(u)duklarıma,  unuttuklarıma...
üşümeliyim elbet,  üşümeliyim!

derin bir yerlerde ta baharı hissedene dek.
üşümeliyim!
hem bahara açılacaksa eğer tüm kapılar, üşümekten kim usanır ki....

24 Kasım 2010

(ç)öz(üm)süz yalnızlıklar...

ben mi istedim ağlamayı
yaşamak çok zormuş be anne
büyümek...sevmek...özlemek...
çok zormuş!

ben mi istedim büyümeyi
ağlarsam kızma
sakın kızma e mi anne!

http://fizy.com/#s/1agxat

23 Kasım 2010

tuşların tıkırtısı...

son moda dizüstü aşklar revaçta şimdi. yok pahasına gidiyor. alan memnun satan memnun.  yüzyıllık yalnızlıklara az kaldı...

denge...

az üzülmek için
çok üşüdü.

çok sevebilmek için
az düşündü.

22 Kasım 2010

çocuksun sen...

"...hani avuçlarından dökülen 
kum taneleri var ya 
onlardan birindeyim 
yeni bir yolculuğa çıkıyorum 
kar yağıyor
bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte...

çocuksun sen; 
sesindeki tipiye tutulduğum

dönüşen 
ve suya dönüşen sorular soruyorsun 
sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı 
kötü bir anlatıcıyım oysa ben 
ve ne zaman..." 
a.telli

21 Kasım 2010

çetrefilli...

seviyorsun bol;
kızıyorsun dar  geliyor.
sessiz kalsan üzerinden düşüyor.
ölçüler mi yanlış;
yoksa yanlış  yerden mi b/akıyorsun hayata...?

20 Kasım 2010

söylentiler...

hiçsizliğin hissizliği b/ulaşmışken
gözlerine
kaçacak ilk yerin 
yüreğin olduğunu unuttun mu?

17 Kasım 2010

13 Kasım 2010

bu serçeler ne zamandır burda?.

cebimde gezdiriyorum
zamanı
aşkı
rastladığım ilk kuş sürüsüne
savuracağım
bırakıp ilk kuşun gagasına
mavileri
masallara döneceğim  sonra
anlatılan dünyada..

12 Kasım 2010

yağmursuz duygular(3)...

"...İnsanları kendileri ya da başkaları nezdinde küçük düşürmek için söylediğimiz her şey de yine nefsimizin bir planı... Kimseye bir hayrımız dokunmadığı halde sırf insanlar bizden sözetsinler, beğenilme ihtirasımızı doyursunlar diye bulduğumuz bütün o cafcaflı kelimeler de nefsimizin icadı... Başkalarında bulduğumuz kötülükleri ifade eden bütün kelimeler, nefsimizin bizi kendimizden bigâne tutmak için örttüğü perdelerdir. Kendimize bakabildiğimiz zamanlarda açarız bir bir o perdeleri... Bize dost kelimeler, bizim ayıplarımızı ortaya döken, yanlışlarımızı önümüze koyan, canımızı yakan kelimelerdir daha ziyade..."  g.özcan
-----
bugünlerde iyice hissizleştiğimi düşünüyorum..kelimesizleştiğimi ya da daha çok. kelimesizleşenler haliyle hisssizleşiyor da..gökyüzüne baktım da, yağmur da yağmıyor artık...iklimler değişiyor..kelimeler dilsizleşmekte ısrarlı...ilan vermek istiyorum  ruhumun sayfalarına; "kelimelerimi kaybettim hükümsüzdür" diye...

11 Kasım 2010

kedi kırıkları...

"..birbirinin üstüne
ters çevirerek içimdeki iskemleleri
uzaklaşırım aranızdan
çarşıda kaybolan bir çocuğun
elinde soğuyan
anne sıcaklığı
hızıyla..."

s.akın

yaşamın kıyısına vuran düşler...

...bazen "yaşamak"  bir deniz kıyısında oturup gelip geçen gemileri seyretmek kadar  mutluluk verse de insana, mutluluk denen şey dilimizdeki o kremalı nakaratlardan başka nedir?...

dinlemek seyretmek güzel olsa da ufukta kaybolan gemileri; avucumda kalan yalnızlığın o son hırçın bakışlarını,  fırlatıp içimdeki  denizlere, bir martı olup seyretmek varken uzaktan; şimdi ne desem boş bir bakış kadar anlamsız gelecek...

dalgalı denizler kadar hırçındır yalnızlığın sözleri...ağır...ve asi...
denizler dalgalanmadan durulmaz...
ya içimdeki gel-geç sevdalar?

kör(ebe)...

...hayat böyledir işte, mızıkçıdır hep.  saklambaç oynamaya kalkarsın, hep sen ebe olursun. göz yummaz hayat sana hiç, hele arkasını hiç dönmez.  her an takiptedir seni.  sen saklandım sanırsın ama o hiç ummadığın anda sobeler seni.  zaten sobeleyen hep odur.   ara sıra kendini atlatırsın ama, ona yakalanmaktan asla  kurtulamazsın...
senden gerçekten korkulur be hayat, sen neymişsin!...

10 Kasım 2010

oyun bahçesi...

çocuk oldum hayatla
oyunlar oynadım...
hayat çocuklaşınca
yoruldum
bırakıp kaçtım...
yorulmak mı zor dediler
bırakıp kaçmak mı?
sustum...

***
bir gün biri;
dönme dolap gibidir demişti hayat; başını döndürür...
inanmamıştım...
peki şimdi kalbimin etrafında  sürekli dönüp duran bu düşler ne? 

http://fizy.com/#s/1lut3n

09 Kasım 2010

elde var hüzün...

biriktim, biriktirdim
topladım, çıkardım, çarptım...
ezberledim
bazen
böldüm, bölündüm...
yazdım çizdim
karaladım
döndüm dolandım durdum...
bekle dedi biraz
orda kaldım
bekledim..
sonra ne mi oldu?
olmadı!
çalışmadığım yerden sordu hayat...

Kafka' dan...

“insanlarla içli dışlı olmak insanın kendi kendisini göz hapsine almasını getirir peşi sıra...”

“sorularımın neden yanıtsız kaldığına şaşardım eskiden. artık soru sorabileceğime olan güvenime şaşırıyorum... nedir; gerçekten güvenmiyordum, sadece soruyordum...”


“kötü'ye bir kez yol verdin mi, artık kendisine inanılmasını beklemez...”

“doğru yol gergin bir ip boyunca ilerler;  yükseğe değil,  yerin az üzerine çekilmiştir ip. üzerinde ilerlemekten çok insanı çelmelemek için çekilmiş gibidir...”

“sonbaharda yollar gibi; süpürüp temizliyorsun...az sonra kurumuş yapraklarla kaplanıyor üzeri...” 

tılsım...

"bak"mayı bilen gözde "hüsün..."
"duy"mayı bilen kalpte hüzün...bitmez!

08 Kasım 2010

sığınak...

Sana ait olmayan, senden olmayan şeylere kalbini bağlamak, yükdür kalbe.
Bir ömür yaşamışsındır da hani, doldurmuşsundur öyle hiç düşünmeden lüzümsuz şeyleri kalbine, kalp yüklenmiştir öyle eften püften şeylerle. Yorgun, bitap düşmüştür; taşımaktan,  yüklenmekten dünyanın binbir türlü derdini.
Naiftir, ince yapılıdır kalp, taşımaya gücü yeter mi sandın onca yükü!
Yok yok,  zamanı geldi işte. Dök şu kalbinin yüklerini dünyanın kucağına da  derdin hafiflesin biraz. O nazenin kalbinin yüzü gülsün!
Bak işte nasıl da kalbin atıyor, nasıl da arıyor kendine dost olanı, kendine yar olanı...
Kalbine iyi bak e mi,  iyi bak ki...kalp bu !...Hangi yöne çevirirsen...

04 Kasım 2010

unutulan...

takvimler fısıldamıştı;
büyüdün demişti..
hatta..

sonbaharda sararan
hüzün çiçekleri
fısıldamıştı;
büyüdün!


oysa büyümüştüm
büyümesine de...

unutmuştum!
yüreğim
ve
bir yanım
hep çocuk kalmıştı...

şemsiye...

aylardan kasım
mevsimlerden yalnızlık
olsa da
günlerin kucağında
hep bir umut

umutlar şemsiye hüznüme;
ıslanırken gözlerim
yüreğim
sözlerim bitti bitecek derken


aylardan kasım
mevsimlerden keder
olsa da
günlerin kucağında
 hep bir umut..

http://fizy.com/#s/1lv5fk

03 Kasım 2010

kapsama alanı dışı...

"...neşeli ya da hüzünlü ya da dalgın ya da düşünceli ya da kibar olmak istiyorsan, bu durumları tek tek bütün ayrıntılarıyla oynaman gerekiyordu yalnızca..."

***
"...kendim olmalıyım diye tekrarlıyordum...onlara  hiç aldırmadan, onların seslerine, kokularına, isteklerine, sevgilerine ve nefretlerine aldırmadan kendim olmalıyım ben,  kendim olmalıyım diye tekrarlıyordum; sehpanın üzerinde memnun duran ayaklarıma bakarak.. çünkü kendim olmazsam onların olmamı  istedikleri biri oluyorum
ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbirşey olmayayım ya da hiç olmayayım daha iyi diye düşünüyordum..."

02 Kasım 2010

yıldızlı oyun...

...çocukken yıldızlarla göz göze gelirdik gecelerde...çocukluk bu ya, bana hep göz kırptıklarını düşünürdüm uzaklardan, gözlerimi kaçırırdım arada bir...kaybolacaklar diye de ödüm kopardı hani...şimdi nerde o yıldızlar  hiç bilmem...kaçıncı uykularındalar mesela, kimlere  göz kırpıyorlar?
...
yıldızlı gecelerdeki yıldızlı düşler...dilimde  parlayan heceler...
feri söndü, kayboldu o masum çocukça hayallerimiz...
ve kaybolup gittik; tıpkı o kaybolan yıldızlar gibi...
...
yıldızlar gitti, oyun bitti...

01 Kasım 2010

hayat galiba...

hayat galiba;  değer verdiğin bazı şeylerin aslında  göründüğü kadar önemli olmadığını anlayabilmektir...
hayat galiba;   bazı şeylerin değerini ancak kaybettikten sonra anlayabilmektir..
hayat galiba, bazen de herşeye inat;   "dünya dursa da ben yine de şarkımı söylemeye devam etmeliyim" demeyi sürdürebilmektir..
hayat galiba;  birazcık yap-boz oyunu gibi, bir parçası kaybolduğunda...

hayat;  kovalamaya çalıştıkça kaçan ve kaçtıkça kovalayan...sevdikçe ağlatan...ağlattıkça yandıran...yandıkça tutuşturan....tutuştukça küle döndüren...
 .....
hayat galiba; düş/erken anladığmız  o büyük düş...

......

hayat,  ben seni unutmaya çalıştıkça  sen hep  böyle kendini hatırlatacak mısın?
böyle savuracak mısın  hep ordan oraya?.....
hayat,  sus artık n'olursun...biraz da ben konuşayım olur mu, biraz da ben....

...

***
bunları yazarken" hayatgaliba"  adlı her satırı "hayat" dolu blogdan esinlendiğimi itiraf etmeliyim...(hayat dolu derken, neşeli anlamında değil tabii, " hayat"ın gerçekleriyle alakalı...)

31 Ekim 2010

bilmece...

uzun cümlelerle başlamıştık oysa hayata; güle oynaya.. gitgide kısaldı..
özne desen; delişmen zamanlarda..yüklem desen; özneye susmuş..
nokta virgülle takışık..herşey alaşağı...

30 Ekim 2010

ısınacağı bir gerçek arıyor bu düş...

"...kolay değil elbette
karşı koymak; 

yüzün küçülürken aynalarda
yaşama karşı,

bir avuç gelen yüreğinle..."

29 Ekim 2010

çocuksu...

Seni duyumsayacak bir kalbim,
Sana açabilecek ellerim var şükür ki ;
Rabbim, sen beni kalbimin dağınıklığından,
ellerimin unutkanlığından  koru...
(amin...)

27 Ekim 2010

alınganlıkla çekingenlik arası...

"..hayat, kendini adamak için sevilmeyi hak eden birini arama çabasından başka nedir? size bir sır vereyim; en büyük tutkusunu terk edebilen adamdır gerçek adam olan! tutkunuzu gözden geçirin ve bırakın bu işleri…"

***

"..aşağı, aşağı, aşağı!… daha ne kadar sürecek bu düşüş? yerin merkezine yaklaştım mı acaba? yeryüzünün diğer ucundan çıkana kadar sanırım düşmeye devam edeceğim..."

26 Ekim 2010

s.o.s.

Sessiz kaldım
Olmayacak duayı
Sakladım...


Suçluysam
O bilir ancak...
Sahi sen de kimdin?

Sorular cevaplar
Oyunda kural hep aynı
Sen derinlerdeki okyanus
ben o hikayedeki  suspus...

oyun içinde oyun...

...zaman/ı oyalamak...
...zaman/la oyalanmak...
...zaman/a oynamak...
...zaman/sız oynatmak...

25 Ekim 2010

dolaşım bozukluğu...

...aynı yerdeyiz, evet!...gönüller bir olmadıktan sonra var mı bir anlamı?...

düşündün mü?...

"Sen sağıma gelirsen
Ben nerede olurum?
Sana göre solda
Bana göre eski yerimde olurum...

Sen soluma gelirsen
Ben nerede olurum
Sana göre sağda
Bana göre eski yerimde olurum...

Sen nerede olursun?
Sen nerede olursun?..."

22 Ekim 2010

inşirah...

"...ve sen yine denendiğinde
ve yine kalbin daraldığında
ve yine bütün kapılar yüzüne kapandığında
ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde
uzun uzun düşün
ve hatırla yaradanını..."
...
  
"Allah kuluna kâfi değil mi?"(zümer/36)

sustuğu kadar güzeldir herkes...

"...a benim
oğul otu bitmeyen topraklarda
şaşırıp kalan kalbim
senin türkçen yok mu anlatıyorum işte
bir kuş kalbi misin ki ürkmek için bahane
arayıp duruyorsun..."

***
"...deli sizsiniz böyle bir çağda
akıllı kaldığınız için...
ben sizin
akla hayale sığmayan yanınızım
siz ki dünyayı üstünüze giyseniz
yine de açıkta kalırsınız..."

21 Ekim 2010

kuşatma...

"...bir istasyondan başlar yolculuk...bir başka istasyonda biter elbette...ve iki istasyon arasındaki eğer siz, yolculuk başladığı andaki sizden başka bir şey değilseniz,  beyhude yollara dökülmüşsünüz  demektir...dalların ağaçların gölgesi düşer kapınıza,  kırkıncı odayı ararsınız, bir eşikten öteye geçmeyi umarsınız...
...
bir mağaranın kapısında durursunuz sonra, gölgeniz orda duvara vurmaktadır...dokunursunuz kendi gövdenize kendi ellerinizle..hangisi sizsiniz, duvardaki mi yoksa dokunabildiğiniz mi?...bir türlü ayıramazsınız...ikisinin de siz olabileceğini hesaba katmazsınız..."

kestirmeden gideyim derken...

zamanın kıskacında
hava ayazmı ayaz
bense yazmakla meşgul
kendimden kaçarak biraz...

kim ıslattı bu harfleri?...

"...dünya işte harfleri zor seçiyor,
daha geniş bilgi için bakınız mezarlığa..."

20 Ekim 2010

kendini hatırlaman gerek...

hayat; gösteri ustası..
küçümsememek lazım gelir ustaları..
hele bir de görmezden gelirse "acım hükümsüzdür" ibaresini
seyreyleyin siz kıyıya yanaşan azgın dalgaları..
şimdi ölmek zamanı mı dersin;
yoksa sıkı sıkıya sarılıp hüzünlere, devam etmek mi bilinmeyen mutluluklara..

düşünme...düşersin...

"...o kadar çok şey var ki,
birer birer söylesem bile çok ağır kaçar
bir de her zaman hayatın o bildik mutlak gerçekleri vardır
o zaman birazcık anlamsız konuşmam gerek
sadece, sadece seslerle yetinmem gerek..."

uçarı umarsızlıklar...

"...bahar diye  aç  gözlerini,
bahar  diye !
ben  güz  gibi yaprak  dökerim,
sen son söz diye oku yine...
oku da... ağlayalım!.."

19 Ekim 2010

durakta beklerken...

"...kentin baskısı kaldı bize
ve ışıkları trafiğin ya da kazası

oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı

karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık

o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin.

sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık!..."

18 Ekim 2010

yağmursuz duygular(2)...

“...ben aslında ölmezdim yaşamak düşseydi bunca insandan payıma
çocukluğumun vebası bulaşmasaydı bir de...”

yağmursuz duygular...

"...ben...uçmayı öğrenemeden gökyüzüne fırlatılmış bir kuş..."

15 Ekim 2010

mavi kuş...

"Bu  hayat senin dedi bir gün bir bilge kişi. Sen de  nereden çıktı dedi adam,  ne  kadar da  ukala  görünüyorsun. Bu  hayat   senin   diye yineledi  bilge,   kendini  kandırma  boşuna,  baksana daha  mavi  kuşun  anlamını  bilmiyorsun.  Adam  bilgisayarının  sözlük  programına  girdi,  bu  onun hayatının  lügatıydı...Mavi kuş!...Mavi kuş...Hayret  böyle  bir  kelime  yoktu.
Sonra deniz kabuğu,  gözyaşı... Bunların  hiç  biri  lügatinde  yoktu...Olsun, dedi,  yine de bu hayat benim  değil!...Baksana   her  sabah  çayımı  içtiğim  fincan  aynı...Aynı yoldan gidiyorum  işime,  üstelik  altına  imza attğım  evrak  bile  aynı...
Aynı hayat...aynı  yüzler...aynı gözler...aynı kıskaçlar...aynı  kafesler...aynı alıntılar...aynı  emanetler...aynı maskeler...aynı  sürüler...aynı  aforizmalar...aynı  müzikler...aynı reddedişler...aynı kabullenişler...aynı  aşklar... aynı  ihanetler...aynı filmler...aynı şiirler...
Bıktım artık  alın  bu aldatmacayı  verin  benim  hayatımı..."

sis kalkar dağ görünür aniden...

"...sonra  yüreğimi  görebilirim...dünyaları  içine  alıp da  dünyalara  sığmayan  yüreğimi...
karun  sofrasıyla  doymayıp da  bir  buğday  tanesiyle  avunan  yüreğimi..."

14 Ekim 2010

manaya giyilen gömlek...

" Kelime büyülü şey. Ve büyü gibi ürkütücü. "Akşam" sözgelimi.
Tekrarlıyorum: Akşam!..Akşam!...Bildiğim, sadece kendi akşam'ım. Söyler misiniz benim akşam'ımla sizin akşam'ınız uyuyor mu  birbirine?..."Yağmur" ya da...Yağmur!..Yağmur!...Sizin yağmur'unuzla benim yağmur'um aynı mı?...Dahası benim yağmur'um yağmur mu; akşam'ım akşam mı?
Bunu kim belirleyecek..."

içimizdeki yangın...

" Kaç kez  inanmadığımız yazıların altına imza attık sözün inanılmaz cazibesi uğruna. Sözün cazibesi, söze hakim olmanın inanılmaz hazzı uğruna ruhumuzu mu satıyoruz yoksa?
...

Söz uğruna hayatı bir yalan gibi yaşadık. Ne kadar yalancıydık.  Kurduğumuz oyunlarda oysa her şey ne kadar da inandırıcıydı...
...

Aşktan bahsettik, aşkı tanımıyorduk. Öldük, ölmüyorduk.  Sadakatten sözettik, sadakati bilmiyorduk.  Sevdik, aslında sevmiyorduk. Aldık veriyorduk; verdik alıyorduk...Söz yerini buluyordu sadece, iyi düşüyordu, uygun...İçimiz bir hoş...Habire büyüyorduk...

Kaç kez yeri geldi diye cümleler sarfettik aritmetik sağlamlığı bol formüller  doğrultusunda.
Söz yerini bulsun da!...
Söylesek ölürdük...
İnanmadan söyledik, yine öldük..."

13 Ekim 2010

adı yok...

" Tiryakilikle hastalık arasındaki farkın adını koymak lazım...
Biri sevmektir çünkü..
Diğeri teslim olmak...
Alışkanlık ikisinin arasında gezer, tiryakiliğin yanında başı diktir...
Diğerinin yanında zelil...
Biri,  serin sonbahar sabahlarını kapıda karşılamaktır...
Diğeri yatağa esir olmak...

Tiryakilik demli bir çayı bahane edip dost aramaktır...
Diğeri çaya kabahat bulmak...
Tiryakilik mektup yazmaktır dağlara taşlara...
Selam yollamaktır geceye gündüze...
Hastalık mektup getirmeyen postacıyı dövmek...
Biri sonbahar yapraklarını teselli etmektir yere düştükçe..
Diğeri toplayıp yakmak..."

bir yokmuş, iki yokmuş, üç yokmuş...

" Mutlu olmak istemdışı bir durumdur; üzerine fazlaca düşmek ona ulaşmayı daha da  zorlaştırır...Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorarsanız, mutluluğunuz sona erer..."

12 Ekim 2010

deli esecek bir gün rüzgar...

" İçimde derin bir boşluk...
Neyi arıyorum?
Kendimi...
Sadece kendimi aramıyorum aslında ...
İnsanları da arıyorum.  Gerçeklerden kaçmayan insanları...
Gerçeğin nutkunu çekip, gerçeği yaşamayanlardan bıktım artık..."

yazdan kalma...

Kalbin  dayanır mı bunca
yağmura,
sel olmuşken göğünde
sevdalar...

boyacı aranıyor...

Öyle bir boyasın ki  dünyayı; kaybolsun izleri yanıkların, hıçkırıkların, haksızlıkların,  tarihi geçmiş yalnızlıkların, sıfır bedene inme telaşındaki mutlulukların,  güneşte  ihtiyarlamış  suskunlukların...

11 Ekim 2010

geçici olarak servis dışı...

"Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz !
Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz.!
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz !
 

Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik! 

Hayata yıllar ekledik, yillara hayat katamadık !
Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz !
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik!
Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık !
Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..!
Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz !
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla!
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı !
Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi!..."


Herşey kolay ama yaşamak çok zor...çok...

10 Ekim 2010

herkes gider..

"Kimsenin olmayan bir yoldan geçerken
Kimsenin olmayan bir resmini gördüm hayatın..."

09 Ekim 2010

ah bu suratsız günler...

"Canımı yakıyor dünyanın güzelliği...
yetmiyor ömür o büyük şiire
Rabbim, ne olursun
sözümü kesme..."

birdenbire...

Geçiyor mevsimler şakayla karışık. Gelen her gün  parçalı bulutlu..Hüzünler ayaklandı; sevinçten naralar atıyor..Giden  her günün ardından  ezberler dağ gibi...Saltanatlar yıkılmak üzere...Sözler kayıp...

08 Ekim 2010

zaman kekemeydi oysa...

"... ve her zaman böyle olur
rüzgâr toz bulutları bırakır giderken..."

sürgün izler...

"Hayat bizi büyüttüğü gibi budayabilir de
yaramız toprağın içinde
düşünelim biraz
bu ışık bize az
arsız kargalar paylaşıyorlar..."

07 Ekim 2010

kurşunlarla dans...

"Yerimi bilmem!
bilmem

ne taraftayım...
Sesimi duymam!
duymam
ne zamandır araftayım..."

suspus gönüllüler...

Eylül hüznüne daha alışamamışken, ardı sıra gelen "Ekim" rüzgarları da pek bir can alıcı esiyor;  esrikleştiriyor insanı...üşütüyor! Bir farklılık çöküyor üzerimize.  Abıhayat suyuna susamışlığın verdiği bir rehavet.  Kekremsi tatlar bulaşıyor her y/anımıza...

Eylül ertesi..Kasım arefesi...
Baharla karışık hüzün denemesi...

Bir yanda yeni başlangıçlara yelken açmanın arefesi, diğer yanda hasret türkülerinin yakıldığı "an"lar.
Kıyıya vurmuş umutlar...hüzünlerin dayanılmaz serinliği...sükutun en katıksız en derin hali...Ben diyeyim "Eylül", sen de "Ekim!"...Aynı makamın ezgileri...aynı terennüm...

adın ne senin?

Bir  şiir gibidir sonbahar; okurken  soğuk rüzgarlar estiren...
Solmuş  bir yalnızlık gibidir;  bir mumun alevinde eriyen....

06 Ekim 2010

yalnız gezerin düşleri...

"Elde ettiği güç ile insanlığın üzerine çıkan biri,  insanlığa özgü zayıflıkların üzerinde olmalıdır,  yoksa bu güç fazlalığı onu diğer insanların, hatta bu güce sahip olmadan önceki kendisinin bile altına indirir...
Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım.  Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır... "

05 Ekim 2010

salkım saçak...

"Benimki ne biçim hayat,  uymuyor ne gördüklerime ne duyduklarıma ne okuduklarıma
Ben ne biçim benim, ne kendime benziyorum ne başkalarına..."

davullar çalıyor...

"Kimin var ki senin,  sana öldüğünü söylesin..."

uzaktan söyle...

Yine uyandım...Yine sabah...Yine gözükara...Tüm  güçlerini giyinip kuşanmış...Çelik yelekli...

saat kaç oldu sahi?

"Geceyi siyaha boyayan hüznüm olmalı. Tanıdık bir yalnızlıkla başbaşa değilim bu gece. Birşeyler yapmam lazım. Düşüncelerimin her kelimesi yorgun hüzün. Sığmıyor artık içime bu çığlık. Artık birşeyler yapmam lazım..."

kelepçe...

Vurulduğu anda başlar hapsolmaya günler geceler..Bir ömür sayacında bin rakamlı hayal..Kelepçelenmiş zaman...Zaman ki ah bir buse  beklerken...

uyuyorum...

"Sen arada bir aptal görünüyorsun neden?
aklıma güvenimden...
Sen boyuna akıllı görünmeye çalışıyorsun neden?
aptallığımdan..."

04 Ekim 2010

acemi...

"Artık çocuk değiliz,  susarak da konuşabiliriz..."

yaşamaya inandırmalı...

"Değer mi bunca yalnızlık; gittikçe daha yalnız olmak için?..."

yaşamak dahil...

"Kimsenin anlamayacağı bir dilde konuşmak,  yazmak,  hatta ağlamak isterdim..."

uğultu...

"Hepimizin içinde kronik bir muhalif yaşar..."

hesap...

"Çıkar!...Çıkar da neymiş?  İnsanın çıkarlarının nerede olduğunu kesinlikle söylemenin olanağı var mı ki? Öyle durumlar olur ki insan kendisi için iyilik değil, kötülük isteyebilir..."

çünkü...

"Çünkü aklım acıyor. Çünkü sevdiğime dokundukça bölünüyorum. Çünkü isyanım bir komplo..Çünkü tren devrildi, ölü çok. Çünkü ağrı bütün vücuda yayılıyor. Çünkü vurulduk. Çünkü kolaj zehri çoğulluyor. Çünkü birbirimizi işitmiyoruz. Çünkü birbirimizi istemiyoruz. Çünkü suçu üstümüze aldık. Çünkü sanki teslim olduk. Çünkü kolay ölmeyeceğiz.  Çünkü..."

03 Ekim 2010

denizin ortasında...

Bugün sessizim...Sessizlik bozuyor tüm ezberleri...

geceye adımını atanlar karanlıkta yürümeyi göze alanlardır...

"Her insan elbet bir gün kaybetmek zorunda kalacak. Bazen öyle bir kaybetmeli ki insan, kazananlar zaferlerinden utanmalı. Ama yine de bu geceler seni sakinleştirmeyecek, sessiz çığlıklarını susturmayacak, yalnızlıktan kurtarmayacak, itirafların olmayacak, çırpınışlarını durdurmayacak, fark etmemeni sağlamayacak, göz yaşlarını kurutmayacak, güçlü yapmayacak, zafer hediye etmeyecek, hayallerini gerçekleştirmeyecek ve seni insandan fazlası yapmayacak...
ve unutmamalı ki; kendinden daha yukarda olmaya çalışan her insan, yüksekliklere ihtiyaç duyar..."